8 Şubat 2011 Salı

KAFALARDAKİ SORULAR
 Neden birlik olmalı?
 Türk Devletleri neden kendine uygun bir birlik kurmalı?
 Türk Dünyası`nı buna zorlayan birileri mi var?
 Veya birlik olmamız için belki vazgeçilmez nedenler vardır?
Her halde yukarıdaki soruları zaman-zaman birileri kendilerine sorup dururlar. Bazıları birlik olmaya gerek yok düşüncesine varırken, onlardan daha çok insanlar Türk Dünyası`nın mutlakȃ, hem de geç kalmadan resmi bir birlik oluşturması gerektiği düşüncesine varırlar. Yani birilerine göre Türk Dünyası`nın resmi bir birlik oluşturması çok gereklidir. Hattȃ bazen bu tür insanlar birlik meselesinde geç kalındığı kanaatine bile varırlar. Aslında haksız sayılmazlar da. Gerçekten Türk Dünyası resmi bir birlik meselesinde geç kalmıştır. Tabii, bazı birlik gibi şeyler var, ama onların da yeterli olduğu söylenemez. Meselȃ, Türksoy, Cumhurbaşkanları Zirvesi, TürkPA gibi. Hem de bu birliklerde tüm Türk Cumhuriyetlerinin temsil olunmadığı dikkat dışı edilməməlidir…
Türk Dünyası`nın birlik oluşturması bir zarurettir. Çünkü Türk Dünyası`nın böyle bir birlik olmadan bazı dünya güçlerine karşı koyması, onların karşısında dayana bilmesi imkansız olmakta artık. Her tarafımız düşmanla sarılı. Bir tarafta Türkiye ve Azerbaycan topraklarını işgal etmekle büyük Ermenistan kurmayı hayal ederek sözde soykırım lafları ile başımıza bela olanlar, öbir tarafta yavru Vatan Kıbrıs`ta her an Türk kavmini yok etmeğe hazır bulunan rumlar, Araz nehrinin güneyinde 30 milyona kadar Türk`ün kendi öz dilini kullanmasını bile yasak edecek hale gelmiş teokratik İran molla rejimi, Türk coğrafyasının tam doğusunda Doğu Türkistan türklerini baskı ve her türlü zulüm altında tutan kırmızı komünist Çin, kuzeyimizde de yüz yıllar öncesi sayıları sadece Kazan Türkleri`nin sayısı kadar olan, buna rağmen büyük bir Türk coğrafyasını işgal edip tam dört yüz elli yıl süre içinde elinde tutan ve hȃlȃ tutmaya devam eden Rusya. Her kes içimize sızıyor, toprağımıza sahiplenip ardından da bizleri öldürüyor, mülteci haline getiriyor. Tıpkı hali-hazırda Ermenistan`ın işgal altında tuttuğu Azerbaycan toprakları Karabağ bölgesinde olduğu gibi. Dünya ise susuyor. Evet, bazı küresel güçler birşeyler yaptıklarını iddia ediyor da, ama ortalıkta ileriye doğru atılmış hiç bir adım yok…
Türkiye parçalanmaya çalışılıyor. Azerbaycan`dan torpaklarını Ermenistan`a bağışlaması isteniyor, Kazakistan ve Kırgızistan sürekli Rusya`nın tehditleri altında. Kuzey Kıbrıs`ı zorla, Avrupa Birliği masallarıyla rumlara mal etmeğe kalkışıyorlar. Türkmenistan`ın ağzını bile açmasına izin vermezken Özbekistan`da yok yerden “İslam terörizmi” diye birşeyler uyduruyorlar. Birileri bu işleri başarılı bir şekilde akıllara sokuyor və bizler de… tuzağa düşüyoruz, bu masallara aldanıyoruz.
Türk Dünyası susmamalı, böyle gidişlere tahammül etmemeli artık! Bir zamanlar büyük Gazi Mustafa Kemal Atatürk Sovyetler Birliği çökeceği taktirde kardeş Türk Cunhuriyetleri`nin bağımsızlık kazanacağını, Türkiye`nin tek bağımsız Türk Devleri olarak böyle bir duruma hazır olması gerektiğini diyordu. Atatürk, yüz yıl sonra olacakları yıllar öncesi duymayı başarmış birisi olarak zamanında Türkiye`yi haberdar etmişti. Yani olayların gidişini zamana bırakmayın, Sovyet-rus sömürgesinden kurtulacak kardeş devletlere sahip olun demişti o Büyük Önder!
Gerçekten de sovyetler çökünce Türkiye kardeş Türk Cumhuriyetlerinin yardımına koşmaya kalkıştı. Hemen hemen git geller, gittikçe güçlenen irtibatlar yer almaya başladı. Ama maalesef ki, sonradan yer alan olaylar Türk Cumhuriyetleri arasında olması beklenen birliğin oluşmasına engel olmaya başladı. Azerbaycan Rusya destekli Ermenistan`ın işğaline maruz kalırken, Orta Asyada Türkler bir-birine girdi bile. 1990`lı yılların başlarında Özbekistan`da yerli Özbekler aynı millet olan Ahıska Türkleri`ne karşı ayaklandılar. Bir kaç gün içinde Ahıska Türkleri 20. yüzyılda daha bir göç yaşamak zorunda kaldılar. 2. Dünya Savaşı sıralarında Sovyet diktatör Stalin`in şimdiki Gürcistan topraklarından Orta Asya`ya sürdüğü Ahıskalı kardeşlerimiz daha bir kez evlerini, toprak ve mülklerini kaybediyorlardı. Ve tüm bunlar Türk kavmine düşman olan güçler tarafından düzenleniyor, kardeş kardeşin üzerine kışkırtılıyor, insanlar mülteci haline getiriliyordu. Çünkü aramızdaki bağlar kopmuştu. Çünkü aynı milletin evlatları olduğumuzu unutmuştuk. Çünkü birilerinin elinde oyuncağa dönüştüğümüzün farkında bile değildik! Bizleri rahat bir şekilde oyuna getirebilmişlerdi. Ve biz de düşman güçlerin çizdiği çizgi içinde kardeşlerimizle mücadele etmekteydik!
Yüzyıllar öncesi Osmanlı Sultanı Selim`le Sefevi Hükümdarı Şah İsmail`in, yine de başka bir Osmanlı Sultanı Bayazit`le Türküstan Padişahı Emir Timur`un müharebeleri ne kadar ayıp olacak şeylerdise, 20. yüzyılın sonunda Özbekistan`da yerli Özbek kardeşlerimizin öz kanından, canından olan Ahıska Türkleri`ne yaptıkları aynı derecede ayıp oldu. Yani yüzyıllar geçti de biz hȃlȃ dost kim, düşman kim diye bir ayrım yapamıyormuyuz? Buraya Kırğızistan ve Özbekistan`ın ortak sınırlarında son yıllarda yaşanan çatışmaları da eklersek, demek ki, düşmanımız hȃlȃ güçlüdür. Hȃlȃ düşman uyumuyor demek. Bizi bize karşı koymayı başarıyorlar demek!
Uyumayalım! Türk Milletini onun kendisinden başka kimse kurtaramayacaktır! Hiç kurtaramaz da, kurtarmak istemez bile!
Uyan, Türk Milleti! Senin toprakların yalnız vatandaşı olduğun ülkenin sınırları içinde bitmiyor! Senin Avrupa`nın tȃ göbeğinden başlayıp Asya`nın tam Doğusuna kadar uzanan, nerdeyse 300 milyona yaklaşan nufusa sahip büyük bir coğrafyan vardır! Bu coğrafyaya yeniden sahip çık, Türk oğlu! Kalk, harekete geç! Bu topraklar senin atlarının nallarının sesini özlemiştir!
Ayağa kalkmaz, birlik olmazsan, üzerine gelecekler birileri! Yıkacaklar, yakacaklar, parça-parça bölecek, yutacaklar senin topraklarını! Dünya düzeni mutlaka değişecektir! Bir yandan kırmızı Çin, diğer yandan da aynen onun gibi kırmızı olan Rusya üzerine geleçektir bir gün. Hattȃ Çin harekete geçti bile! 2009 yılının yazında Doğu Türkistan`ın başkenti Urumçi`de yaşananlar bize bir ders olsa gerek! Üzerimize geldiler, öldürdüler kardeşlerimizi ve… dünya sustu! Evet, Avrupa`da, Amerika`da, ne biliyim nerde bir çingenenin burnu kanadığı zaman ayağa kalkan tüm dünya insan hakları gözeticileri bekleneni yapmadılar! Bazen sustular, bazense sıradan birşeyler oluyormuş gibi apuk-sapuk açıklamalarla bizleri aldattılar! Çünkü Türk`ün zulüm görmesi, öldürülmesi birilerinin işine yarıyor!
Birlik olmalıyız! Hiç zaman kaybetmeden Bağımsız Türk Devletleri Birliği kurmalıyız. Bu birliğin başında kim ister dursun! İster Özbekistan, ister Türkmenistan, ister Kazakistan dursun! Önemlıi olan bu birliğin bir gerçeğe dönüşmesidir!
Yukarıda “neden birlik olmalıyız?” gibi bir soru sormuştuk. Gerçekten, neden birlik olmalıyız? Bizi buna zorlayan birileri mi, yahut da nedenler mi var? Var! Ama sadece birileri değil, Doğudan Batıya, Batıdan Doğuya tüm Türk milletinin önde gelenleri, aklı yerinde olanlarıdır bizi buna zorlayan! Evet, o insanlar ki, birlik olamayacağımız taktirde birilerinin elinin altında ezileceğimizi iyice anlamışlardır.
Birlik olmalıyız! Çünkü birlik olmazsak Çin`in zulmünden kurtulamayacağız! Evet, birlik olmalıyız! Çünkü birlik olmazsak Rusya hȃlȃ bizi ezmeğe devam edecektir! Bağımsız Türk Devletleri Birliğini kurmalıyız! Çünkü kuramazsak, Avrupa, Amerika üzerimize gelmekte devam edecek, toprağımıza, yerüstü, yeraltı zenginliklerimize sahip çıkacaktır! İran bize “müslüman kardeş” diyerek düşmanımız Ermenistan`a kucak açmaya devam edecektir birlik olmazsak! Birlik, Türk Milletinin tek kurtuluş yoludur! Öyle bir birlik ki, şimdilik onun içine alınacak yedi Türk Devleti – Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan bağımsızlıklarını korumakla beraber güçleri üzerine güç kazanmış olsunlar! Böyle bir birlik hiç bir Türk Devleti`nin bağımsızlığını tehdit etmez, bilȃkis, onların bağımsızlığının daha da güçlenmesine neden olacaktır. Öyle bir birlik hepimize gereklidir! Bugün birliğimizi kurmaz, geç kalırsak, birileri üzerimize geldiği zaman birlik olmaya hiç vakit bile bulamayız. Nasıl ki, bağımsızlığını kazanmak üzere olan Azerbaycan`a bir ermeni sorunu yaşatıldı, nasıl ki, Özbekistan`da kardeş Ahıskalı`lara çile çektirildi, nasıl ki, Kırgızistan`da Özbek ve Kırgızlar`ın iç-içe yaşadığı Oş şehrinde yine de bu iki kardeş halk bir-birine düşürüldü, yine de birilieri birşeyler çıkarabilirler. Onun için de zaman kaybetmeden Bağımsız Türk Devletleri Birliği kurmaya kalkışalım! Hepimiz, çoluğumuz, çocuğumuz, kadınımız, erkeğimiz! Bu birlik hepimize gerekli, hepimiz içindir!




6 Şubat 2011 Pazar

Türk Birliği Nasıl Kurulabilir?

Türk Birliği Nasıl Kurulabilir?


Türk Birliği Modelleri
Türk Dünyasının Sorunları ve İşbirliği İmkanları
Türk Milliyetçiliği Tarihi ve Felsefesi
Turancılık Felsefesinin Doğuşu
Türk Birliğinin Fikir Öncüleri
Türk Dünyasında Birlik
Türk Birliğinin Yönetim Şekli Nasıl Olmalıdır?
Türk Birliğine Giden Yolda Ortak Türkçe
Türk Birliğinde Dil Politikası
Dünya’da Türk Varlığı
Türk Dünyasının Ekonomik Durumu
Türk Dünyasının Kültürel Durumu
Türk Dünyasının Siyasi Durumu
Türk Dünyasının Turizm Politikası
Türk Dünyasında Etnisite Kavramı
Türk Dünyasında Sosyal Güvenlik Sistemi
Türk Dünyasında Bilim Politikası
Türk Dünyasında Ticari İlişkiler
Türk Dünyasında Tarım Politikası
Türk Dünyasında Enerji Politikası
Türk Dünyasında Doğal Kaynaklar
Türk Dünyasında Su Politikası
Türk Dünyasında Çevre ve Ekoloji Politikası
Türk Dünyasında Din
Türk Dünyasında Yönetim Politikası
Türk Dünyasının Uluslararası Sorunları
Türk Dünyasında İnsan Kaynakları Yetiştirme Politikası
Türk Dünyasında Eğitim Politikası
Türk Dünyasında Girişimcilik ve Girişimci Yetiştirme Politikası
Türk Dünyasında Savunma ve Güvenlik Politikaları


GELİN BUNLARIN İÇİNİ DOLDURALIM GELECEK TÜRK DÜNYASININ OLSUN

DİLDE BİRLİK

Türk Yazı Dilinin Değişme Süreci

Türk dilinin binlerce yıllık gelişim sürecinin bilinen son iki bin yıllık kısmı içerisinde, tüm dil araştırıcılarının ortak fikri Türk edebi dilinin aynı olduğu yönündedir.13. yüzyıldan önce bütün Türklerin edebi dilleri tek ve ortaktı. Çeşitli Türk boylarının ayrı ağız ve şiveleri olmakla birlikte bu farklılık sadece konuşmada ortaya çıkmaktaydı. Yazıda ise kullandıkları edebi dil ortaktı.  
Bilge Kağan, Köl Tigin, Tonyukuk abideleri; Altun Yaruk, Sekiz Yükmek, Irk Bitig gibi Uygur devri eserler; Kutadgu Bilig, Atabet'ül Hakayık gibi Karahanlı eserleri bu ortak edebi dille yazılmıştı.Kaşgarlı Mahmut bu edebi dile "Hakaniye" adını vermişti.  
11.yüzyıldan itibaren Oğuzların Azerbaycan ve Anadolu'ya gelmesiyle ortaya çıkan coğrafi, siyasi, kültürel değişimler Oğuz ağzının yeni bir yazı dili haline gelmesine sebep oldu. Bu ayrışma nedeniyle 13.yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar Türkler, iki edebi dil kullanır oldu.Bunların birincisi; Türkistan, Harezm, Kuzey Kafkasya ve İdil-Ural'da, hatta birkaç asır Mısır'da kullanılan ve Hakaniye Türkçesinin devamı olan Kuzey-Doğu Türkçesi idi. Bazı dilciler tarafından Orta Asya Türkçesi veya Çağatayca gibi isimlerle de anılmıştır. İkinci edebi dil; Azerbaycan, Anadolu, Irak ve Suriye ile Balkanlarda, hatta birkaç asır Kuzey Afrika'da kullanılan ve Osmanlıca olarak tanınan Batı Türkçesidir. Ancak Türklerin kendileri kullandıklara dile "Türk dili" diyorlardı.Kırım Türkleri de 1475'ten sonra Osmanlı edebi dilini kullanmaya başladılar.Gazi Giray Han ve Aşık Ömer gibi Kırımlı divan ve halk şairleri yetiştirdiler.

19. yüzyılda Türk dilinin ortaklığını Zeki Velidi Togan şu satırlarla anlatır:

"19. asrın ortalarına kadar Türkistan'ın her tarafında Batı ve Doğu Türkistan'da Kazak ve Kazan ülkelerinin hepsinde umumî Çağatay dili kullanılıyordu. 19'uncu asırda Kaşgar'da Hocalar'ın ve Yakup Beğ'in târihine ait yazılan eserlerle, Hîve'de Munis ve Âgehî gibi müelliflerin ve Kazakistan'da Anılay ve Bükey Ordasında Cihangir Hanın yazılarında kullanılan dil aynı dildir"  
19. yüzyılın ikinci yarısında Rusların Türkistan'ı işgalinden sonra Türk edebi dilinde dalgalanmalar başlamıştır.Türkleri Ruslaştırmak ve Hristiyanlaştırmak için Nikolay Ilminskiy tarafından geliştirilen tezler sayesinde; Rus abecesinin çeşitli uygulamaları, Türklerin ayrı boy ve şiveleri için geliştirilerek edebi dildeki ortaklığın kalkması sağlandı.Birçok boydan yazar ve edebiyatçılara tesir edilerek onlara da kendi boy şivelerinde dilbilgisi, abece ve eserler yazdırıldı.  
Gaspıralı İsmail Bey ve 19.Yüzyılda Türk Dili Mücadelesi
19.yüzyılın ikinci yarısında yukarıda bahsettiğimiz gelişmeler yaşanırken bir yandan da Türk aydınları tepkilerini ortaya koymaya başlamıştır. Türkistan'da ve Kırım'da gelişen kültürel Cedit hareketi özellikle eğitim ve dil ile ilgili sorunlarda önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.  


Cedit hareketinin öncü isimlerinden Kırımlı aydın, İsmail Gaspıralı gazeteler çıkarmak yoluyla Türkçe üzerindeki sorunlara dikkat çekmiştir.Yayınladığı gazetenin tanıtım yazısında şöyle der:  

Milletimizin eseri olan lisanımız edebiyatça işlenmemiş ise de eğitime ve kaidelere gelecek lisandır. Gayet nâzik Tatar türkülerinden, Nogay cönklerinden, Kırgız ve Türkmen cırlarından anlaşılır ki eğer lisânımız usta bulup, kelime alınıp işlenirse, şimdikine göre çok dereceler parlak ve kullanışlı olur.

Gaspıralı'nın fikir eserleri incelendiğinde üç temel madde ile karşılaşmaktayız.Bu temeller sırasıyla; Batının yeni ve faydalı fikirlerini öğrenip Müslüman dünyasında yaymak, eğitim sistemini yeni usulleri göre ıslah etmek ve Osmanlı Türkçesini, bütün Türk dünyasının anlayacağı ortak bir edebi dil haline getirmektir.  
İsmail Gaspıralı ömrü boyunca Osmanlı Türkçesini bütün Türklerin umumi edebi dili olarak kabul edilerek kullanılması için uğraşmıştır.Fakat onun istediği yabancı unsur ve kaidelerle dolu bir Osmanlıca değil, halk tarafından rahat anlaşılan ve yabancı unsurlardan temizlenmiş sade bir Osmanlı Türkçesi idi.Kendisi de ömrü boyunca yayınladığı Tercüman'da ve bütün eserlerinde böyle sade bir Osmanlı Türkçesini kullanmıştır.Nihayet 1905 yılında bu fikirlerinin özü olarak "Dilde, Fikirde, İşte Birlik" şiarını Tercüman gazetesinin başına eklemiştir. 
Gaspıralı'nın dilde birlik gayesini fark eden Ilminskiy, savcı Pobedobçev'e yazdığı mektuplarda İsmail Bey'in ?kendi yayın organlarıyla Osmanlıcayı Türk soyundan gelen bütün Müslümanların ortak dili yapmak istediğini? ifade etmiştir. Bu amaç doğrultusunda "Duyduğuma göre" diyor Ilminskiy, "Kazan'da Türkçe gazetelerin ve ayrıca ders kitaplarının sayısı her geçen yıl artmaktadır. Kitapların muhteviyatı Avrupaî, dili Osmanlıcadır".  
Gaspıralı'nın başlattığı ve Ilminskiy'e göre tehlikeli bir gidiş olarak müşahede ettiği bu süreç, Kazan'da olduğu gibi Azerbaycan'da da tesirini gösteriyordu. 1876'da Azerbaycan'da Hasan Bey Zerdabî, 1900'lü yıllarda yayınladığı Füyuzat dergisi aracılığıyla Hüseyinzade Ali Bey ve diğer Azerbaycan ziyalılarının tesiriyle 1920'li yıllarda Türkiye edebî dili Azerbaycan'da artık öğretim dili olmuştu. Bu durum 1930'lu yılların ortalarına kadar devam etmiş fakat Sovyet Rusya dayatmalarının etkisiyle ortadan kaldırılmıştır ve ne acıdır ki 1929 yılında Gaspıralı İsmail Bey'in yurdu Kırım'da da, Gaspıralı'nın kullandığı dil yerine, Orta Yolaklı şiveyi esas kabul eden edebî dilin kullanılmasını kararlaştırmıştır. Sovyetler Birliği, Türk lehçelerini birer dil kabul ederek önce on yedi tane Latin, 1939 dan sonra da on dokuz Kiril abecesi hazırlamıştır. Bu nedenle abecelerin hepsi Kiril olduğu halde ne Azerî Özbek’i anlayabildi, ne de Özbek Kazak’ı  

Tanzimat’tan Cumhuriyete Türk Dilinin Özleştirilmesi

Osmanlı Devletinde 3 Kasım 1839?da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile birlikte aydınlar arasında yerleşen millet-meşrutiyet-hürriyet kavramları milli dil meselesini de gündeme getirmiştir.İlk dönem Tanzimat aydınlarından Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa ve Ahmet Mithad Efendi bazı eserlerinde ve gazete yazılarında bu hususu uygulamaya geçirmişlerdir.  
Halk dili ile edebiyat yapma düşüncesi kısa zamanda önemli bir taraftar toplayarak, Türkçe dilbilgisi ve sözlüklerin bilimsel olarak hazırlanması başlamıştır.

1908 de 2.Meşrutiyet?in ilanını takiben dilde sadeleşme hareketleri de büyük aşama kaydetmiştir.1911?de yayına başlayan Genç Kalemler ve 1912 yılında kurulan Türk Ocağının yayın organı olan Türk Yurdu dergileri etrafında toplanan yazar ve düşünürler, Türk dilinde sadeleşmenin temellerini atmıştır.Özellikle Ömer Seyfettin’in Yeni Lisan adlı makalesi ve Ziya Gökalp’ın Türkçülüğün Esasları eseri içerisindeki 11.madde olan Lisanî Türkçülüğün Umdeleri başlıklı yazı, dönemin aydınları arasında yeni bir akımın doğmasını sağlamıştır. Cumhuriyet?e kadar en etkili akım olan Yeni Lisan akımının en önemli yanı, Tanzimat?tan beri süregelmekte olan fesahatçilik ve tasfiyecilik akımlarını uzlaştırarak millî dile geçişi sağlamış olmasıdır.  
Cumhuriyetin ilk yıllarıyla birlikte dilin gramer, sözlük ve karşılaştırmalı araştırmalar gibi meseleleri üzerine yoğun çalışmalar başlatılmıştır.12 Temmuz 1932 de Türk Dili Tetkik Cemiyetinin kurulmasıyla çalışmalar kurumsallaşmıştır.Türk Dili Kurultayları toplanmış, Atatürk’ün sağlığında ilk kez Orkun Yazıtları yayınlanmış, Divan-ı Lügati Türk ve Kutadgu Bilig gibi Türk dilinin başlıca eserleri üzerine çalışmalar başlatılmıştır.Yine aynı dönemde halk ağzında yaşayan sözlü edebiyatımız toplanması ve derlenmesi yoluna gidilerek Derleme Sözlükleri oluşturuldu, 13.yüzyıl ile 19.yüzyıl arasında yazılmış 227 eserdeki Türkçe sözcüklerin taranması suretiyle Tarama Sözlükleri hazırlanmıştır. Bunların yanı sıra aynı dönemde baş gösteren dilde sadeleşme akımının uç bir biçimi olan dilde tasfiyecilik akımı da Güneş Dil Kuramı sayesinde durdurulmuştur. Atatürk’ün de desteklemiş olduğu bu görüş, Türk dilinin eskiliğine ve pek çok dile kaynaklık ettiğinin bazı ses gelişme ve değişmeleri ile açıklanmasıdır. Daha sonraki yıllarda tarihi ve çağdaş Türk lehçelerine ait bir çok dil metni doktora tezi seviyesinde bilimsel incelemeye alınmıştır.  

Bugün dilde yaşadığımız temel sorunları sıralarsak, dilde birliğin önünü açmak için öncelikle hangi engelleri aşmak gerektiğini görmüş oluruz. Kısaca sıralamak istersek;

1. Bölge ağızlarıyla yazmak ve konuşmak
2. Telaffuz ve imlâ hataları
3. Dildeki yabancı kelime sayısının gereğinden fazla artması
4. Yabancı ekler (Ör. inter- , mega- , -matik, -bank vb.)
5. Yabancı dille yapılan eğitim

Dilde Birlik İçin Çözüm Önerileri

Dilde birliğin sağlanabilmesinin üç ana koşulu vardır:
1. Ortak Abece
2. Ortak Sözcükler
3. Ortak Yazı Dili

Dilde birliğin sağlanabilmesinin ilk adımı ortak abecenin bütün Türk Dünyasında benimsenmesidir. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra başta Azerbaycan olmak üzere diğer Türk Cumhuriyetleri de Latin harflerine kademeli geçiş kararı almışlardır. Ancak başta tasarlanan otuz dört harfli ortak Türk abecesinden sapmalar yaşanmıştır (Türkmenistan ve Özbekistan). İletişimde ortaya çıkabilecek pürüzlere imkan vermemek için ortak abeceden sapmaların önüne geçilmelidir.  
Ortak dili sağlamanın olmazsa olmaz koşulu olan ortak sözcükler, ne kadar arttırılırsa farklı bölgelerde yaşayan Türk topluluklarının anlaşması o denli kolaylaşır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmış olduğu gibi dilcilerin ve öğretmenlerin Türk dünyasını köy köy, kent kent dolaşıp türkü, mani, deyim, bilmece, halk hikayeleri ve yerel efsaneleri derlemesiyle yeni derleme sözlükleri oluşturulmalıdır. Bunların dışında Sovyetler Birliği döneminde Türk edebiyatının belli başlı eserleri incelenerek tarama sözlükleri hazırlanmalıdır. Bu noktada geriye yalnızca tarama ve derleme sözlükleri incelenip Türk Dünyasının ortak veya bir birine en yakın sözcüklerinin belirlenmesi kalmıştır.  
Bu ortak sözcüklerin kesinlikle öz Türkçe olması zorunlu değildir. Zamanla Turan da kullanılan Türkçe karşılıkları, izlenecek dil siyaseti sonucu, ulusumuzca benimsenecektir. Ortak dili oluşturmanın en kolay yolu ise sesli ve görüntülü yayındır. Diğer tüm Türk ellerinde, Türkiye Türkçesiyle basın-yayın etkinlikleri arttırılarak sürdürülmelidir. Ayrıca, her Türk elinde diğer illerin lehçesini, şivesini tanıtmak ve bütünleşmeyi hızlandırmak için sesli ve görüntülü kitle iletişim araçlarından sonuna kadar yararlanılmalıdır. Bu amaçla ortak televizyon ve radyo kanalları en kısa zaman içerisinde tüm Türk ellerinde yayına başlamalıdır. Oluşacak etkileşim bir birine çok benzeyen dil bilgisi kurallarımızı daha da yakınlaştırılacaktır.  
Söze dayalı sanatta edebiyat,müzik, tiyatro,sinema, opera- bu kelimelerin kullanılması, devlet eliyle ve sivil toplum kuruluşlarınca desteklenmelidir.  
Yukarıda sözü edilen çalışmalar sonuç olarak ortak bir yazı dili oluşmasını sağlamak içindir. Dilbilim çalışmaları bu süreci daha da hızlandıracaktır.  
Ortak sözcükler mutlaka ilk ve orta öğretim ders kitaplarına geçmelidir. Bu biçimde hareket edilmesi orta vadede büyük başarılar kazanmamızı sağlayacaktır.Pilot bölgelerde başlatılacak ortak eğitim programları ortak abece ve ortak dil ile birlikte hayata geçirilmelidir. Geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinde Gaspıralı İsmail Bey in düşünceleri yolunda ilerleyen İttifak, üçüncü kongresinde farklı lehçeler konuşan Türk topluluklarında, orta öğretimde, medreselerde ve hatta ilk okullarda ortak dil olarak Türkiye Türkçesinin kullanılması kararını almıştı. Böylece bütün Türk topluluklarının birbirleriyle anlaşmaları kolaylaşacak, aynı zamanda hepsinin Osmanlı Devleti ile bağları güçlenecekti.  

Sonuç

Türk Birliğinin sağlanmasının kilit öğesi olan dilde birlik, en kısa sürede çözülmesi gereken, olmazsa olmaz bir koşuldur. Çünkü dil, anlaşmayı sağlayan bir araçtır; birlikte hareket etmek ancak birbirini iyi anlayarak olur. Birbirini anlamayan toplumlar bir millet olamaz. Dil canlı bir varlıktır ve bir milletin ortak varlığıdır. Bu nedenle görev ve sorumluluk tüm Türk Milletinin omuzlarındadır. Toplumun her kesimi, özellikle Türk Gençleri bu sorumluluklarının bilincinde olmalı, hedeflerine ulaşmak için var gücüyle çalışmalıdır.

1. Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidî TOGAN, Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi, İstanbul, 1981, s.486
2. Prof. Dr. Yusuf Akçura, Yeni Türk Devletinin Öncüleri 1928 Yılı Yazıları, Ankara, 1981 s. 70-71
3. Prof Dr. Yusuf Akçura a.g.e., s. 73
4. Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN, Örneklerle Bugünkü Türk Alfabeleri, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1996
5. Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN, İsmail Gaspıralı?nın Fikirleri, http://www.ismailgaspirali.org/ismailgaspirali/yazilar/abercilasun.htm
6. Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA, Atatürk ve Türk Dili,

GÜZEL TÜRKÇEMİZE SAHİP ÇIKALIM

İnsanın yaşamında ve kişilik gelişiminde ana dilinin çok önemli bir yeri vardır. Dili yeterli düzeyde olan kişiler genellikle daha sağlıklı ilişki kurarlar, hayatta daha çok başarılı olurlar. Kendi dilini iyi bilip düzgün kullanmanın önemli bir yararı da yabancı bir dili öğrenmeyi kolaylaştırmasıdır. Gerçekten, etkili bir yabancı dil öğretiminin altyapısını, iyi bir ana dili eğitimi oluşturur. Türk edebiyatının tanınmış şairlerinden Yahya Kemal’in “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” diyerek yücelttiği, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ise “Türkçem benim ses bayrağım” diyerek hem yücelttiği hem de kutsallaştırdığı dilimize bugün gerekli özeni gösteriyor muyuz? İnsanlarımızda bugün Türkçe sevgisi, ana dili duygusu, dil bilinci ve duyarlığı yeterince var mı? Bu soruların iyice düşünülmesi, sürekli göz önünde tutulması gerekir.Dil öğrenimi beyni, dolayısıyla düşünceyi değiştirir, biçimlendirir. Sosyal yapının iç dokusunu ana dili oluşturur. Oysa Türkçemiz giderek zayıflıyor, güdükleşiyor. Bugün Türkiye’de çevre kirlenmesi, hava kirlenmesi, siyaset kirlenmesi gibi çeşitli kirlenmelerin yanı sıra, bir de “dil kirlenmesi” vardır. Dil duyarlığı ve dil bilinci bakımından görülen eksikler, Türkçenin geleceği için ciddî bir tehlikedir.
BAŞLICA SORUNLAR
Bugün Türkçemizle ilgili başlıca güncel sorunları şöyle sıralayabiliriz: Özensizlik ve yanlış kullanım, yabancı sözcük tutkusu, yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde öğretimi birbirine karıştırma, Türkçenin bilim dili olmadığı görüşü, Türkçe öğretimindeki yetersizlik, sözcük ve terim üretimindeki yetersizlik, öğretmen faktörü.
1. Özensizlik ve Yanlış Kullanım
Dilimizin sözlü ve yazılı kullanımında akıl almayacak yanlışlar yapılıyor. Kurallarına uygun, doğru ve düzgün kullanılmıyor Türkçe. İlköğretimden yükseköğretime kadar okullarımızda görülen Türkçe yetersizlikleri, üniversite öğrencilerimizde bile sık sık göze çarpan sözlü ve yazılı anlatım kusurları, bozuk cümleler ve söyleyiş yanlışları, bir dilekçe yazarken yapılan yanlışlar, resmî yazışmalarda göze batan anlatım kusurları, basın yayın organlarındaki akıl almaz özensizlikler, sokak ve caddelerde bulunan tabelalardaki yabancı sözcük hastalığı... Türkçemizin geleceği için önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Radyo dinlerken, televizyon izlerken insan bazen şaşırıp kalıyor. Osmanlıcadan gelme sözcüklerin yanlış telaffuzları, damıtık dilin giderek argo dile dönüşmesi, vurguların ve tonlamaların ürkünçlüğü, görüntülü yayınlarda sunucuların garip el kol hareketleri, konuşma sırasındaki tuhaf jestleri, Türkçeyi sevenleri üzüyor. Bazı özel ve yerel TV kanalları ile radyoların, daha kendi adlarından başlayarak Türkçeye karşı alabildiğine saygısız ve sorumsuz tutumları yürekler acısı. Son yıllardaki moda deyişle medyada, özel ve yerel TV kanallarında yeni tip sunucular, haber ve spor spikerleri de moda oldu. Oysa sunuculuk ve spikerlikte dili düzgün ve pürüzsüz kullanma, fizikî güzellikten önce gelir, önce gelmelidir. Dil bilinci ve sevgisi onlara özellikle kazandırılmalıdır. Ekran sorumluluğu bunu gerektirir. Sunucu ve spiker adayları, öncelikle dili doğru ve düzgün kullanma konusunda ciddî bir eğitimden geçirilmelidir. Çünkü onlar her gün milyonlara sesleniyor, milyonlarla yüz yüze geliyor. Örnek olma, model olma gibi bir sorumluluğu da var onların. Türkçeye karşı özensizlik, sorumsuz davranışlar, bu dili yanlış kullanma, ne yazık ki dar ve sınırlı bir çerçevede görülmüyor. Bu gevşeklik, devlet adamları, çeşitli mesleklerdeki aydınlar ya da aydın olması gerekenler, öğretmenler, her öğretim kademesindeki öğrenciler için de söz konusu. İnsanlarımıza özellikle doğru konuşma, düzgün yazma, duygu ve düşüncelerini pürüzsüz anlatma becerisi kazandırma konusuna özenle eğilmek zorundayız çünkü üniversitede okuyan gençlerimizin büyük çoğunluğunda bile önemli dil ve anlatım kusurları ile karşılaşıyoruz.
2. Yabancı Sözcük Tutkusu
Günümüzde Türkçe, neredeyse ana dilimiz olduğunu unutturacak ölçüde yabancı sözcüklerle dolduruluyor, kendi sözcüklerimiz acımasızca dışlanıyor.
Sorunların belki de en önemlisi, dilimizin kamuoyu önündeki kullanımında görülen “Türkçeden kaçış” diyebileceğimiz süreçtir. Ülkeyi yönetenler, basın-yayın kuruluşları ve bir kısım aydınlar, çok güzel Türkçe karşılıkları bulunsa da yabancı sözcükleri kullanmaktan sanki olağanüstü bir zevk alıyorlar. Türkçe konuşmaktan kaçan bir kamuoyu oluşmuş görünüyor. Bu durum dilimiz için büyük tehlikedir.
Bugün de benzeri durumlara sık sık tanık oluyoruz. Güzelim uzlaşma yerine concencous, yoğunlaşma yerine consantrasyon, kontrol yerine çek etme dedik mi kültürlü kişi oluyoruz. İstanbul Taksim’deki görkemli bir otelin adı The Marmara, Hilton’daki sergi merkezinin adı Exibition Center.
Kentlerimizde caddeler, yabancı adlar nedeniyle işgal altındadır. Kendilerine “entel” denilen bir kısım aydınlar, kendi yurduna yabancılaşmayı evrensellik sanıyor.
Konuşmada veya yazıda aralara yabancı sözcük sıkıştırmak, bağımsızlık gururunun nasıl törpülendiğini gösteren acı bir örnek değil midir? Neredeyse, ana dilimizin Türkçe, anavatanımızın Türkiye olduğunu unutuyoruz.
Yabancı dil ne kadar önemli olursa olsun, insanın ana dili daha da önemlidir. Temel görevimiz, gençlerimizi düşünen, eleştiren ve düşüncelerini düzgün ifade edebilen bireyler olarak yetiştirmektir. Öğrencinin kendi dilini ikinci sınıf, yetersiz bir iletişim aracı olarak görmesi çok sakıncalı bir durumdur. Böyle bir öğrenciden kendi diline ve kültürüne, ana diline saygı duyması nasıl beklenebilir?
1930’lardan 1980’e kadar yürürlükte olan 5237 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 21. maddesi, Türkçeyi koruyucu hükümler taşıyordu. Son yıllarda görülen yabancı dil işgali nedeniyle, ilgili Devlet Bakanlığınca 1997’de hazırlanan “Türk Dilinin Kullanılmasına İlişkin Kanun Tasarısı” Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştu. Böylece Türkçeyi yozlaşmalardan koruma, yabancı dillerin inanılmaz baskısından kurtarma amaçlanıyor.
Nitekim Fransa’da 1994 yılında hükümetin önerisi ile Fransızcayı İngilizcenin akınından korumak için “Fransız Dilinin Kullanımına İlişkin Yasa Tasarısı” adlı bir tasarı hazırlanmış ve yasalaşmıştır. Fransızcayı korumaya yönelik yasanın bizim için de büyük önem taşıyan 9. maddesi şöyledir:
“Eğitim, sınavlar ve yarışmalar ile kamuya ya da özel sektöre ait eğitim kurumlarında yapılan tezler ve bilimsel yazılar için kullanılacak dil Fransızcadır.”
Bu akılcı yaklaşımla gerçekçi uygulamadan alınacak dersler bulunduğu çok açıktır.
3. Yabancı Dil Düşkünlüğü
Ülkemizde özellikle 1980’den sonra görülen büyük yanlışlardan biri, yabancı dil öğretimi ile yabancı dille öğretimin birbirine karıştırılmasıdır. Günümüz dünyasında yabancı dilin ve yabancı dil öğrenmenin önemi elbette ki tartışılamaz. Her türlü ilişki, iletişim ve gelişme için yabancı dil elbette ki çok gerekli. Ama ülkemizde özellikle son zamanlarda düşülen önemli bir yanılgı, yabancı dilin araç değil amaç olarak görülmesidir. İşte bu nedenle, yabancı dille öğretim yapan okulların ve üniversitelerin sayısı hızla artmaktadır. Oysa yabancı dil amaç değil araçtır.
İşin en acı ve düşündürücü yanı da, yabancı dille öğretim yapan kurumlarda okuyan Türk çocuklarının Türkçeyi ihmal etmeleri, giderek unutmaları, özellikle yazılı anlatım yetersizlikleri içine düşmeleri ve kendi dillerini küçümseyip hor görmeleridir işte bu yüzden büyük tehlike de burada yatıyor. Ana dilinin yetersiz olduğu inancı ile yetiştirilen bir genç, kendi diline ve kültürüne nasıl saygı duyacaktır?
O hâlde öncelikle yapılması gereken şey, yabancı dil öğretimi ile yabancı dille öğretimi birbirine karıştırmamaktır. Çok gerekli olan yabancı dil öğretimini bütün okul kademelerinde en etkili ve verimli bir şekilde gerçekleştirelim. Bunun yollarını arayalım. Ama çok gereksiz olan ve ülkemizin geleceği, kültürü açısından büyük tehlikeler taşıyan yabancı dille öğretim tuzağından kurtulalım. Bunun için de her şeyden önce ana dili duygusu, duyarlığı ve dil bilinci gerekir.
Ülkemizde nitelikli insan yetiştirmek istiyorsak, başkalarının diliyle değil, kendi dilimizle, kendi kültürümüzle yetiştirmeliyiz. Çünkü kendi kültürünü dışlayan bir toplum, varlık nedenini yadsıyor demektir.
Çağdaş ülkelerin hiçbiri yabancı dilde eğitim yapmıyor. Bu durum, sadece az gelişmiş ülkelerde ve sömürgelerde görülüyor.
Bazı okullarda eğitim yabancı dille yapılırsa Türkiye’nin dış dünya ile daha kolay anlaşacağı, Türkçenin bilim dili olmadığı, İngilizce ile daha iyi bilim yapılacağı yolundaki görüşler yanlıştır. Bu görüşler, emperyalizmin sömürge ülkelere dayattığı anlayışın sonucudur. Her ülkede bilim ancak o ülkenin kendi diliyle yapılabilir. Yabancı dille eğitim, eğitim bilimine de aykırıdır. Çünkü bir insan, dünyayı en sağlıklı biçimde ancak kendi diliyle algılayabilir ve anlatmak istediğini de en güzel kendi diliyle anlatabilir.
Ülkemizin tanınmış üniversitelerinden biri olan ve eğitimi İngilizce yürüten ODTÜ’de yapılan bir araştırmada, öğrencilerin yabancı dille eğitimden memnun olmadıkları, buna karşı çıktıkları görülmüştür. İngilizce eğitim yapılan Boğaziçi Üniversitesinde de benzer görüşler öne sürülmekte, eğitim dilinin Türkçe olması savunulmaktadır.
4. Türkçenin Bilim Dili Olmadığı Görüşü
 Türkçenin bilim dili olarak yetersiz olduğu öne sürülüyor. Eksik yanları elbette vardır ve bu, her dil için söz konusudur. Peki böyle bir durumda yapılması gereken şey, dilimizi tümüyle bir kenara atmak mıdır, yoksa kendi olanaklarıyla onu geliştirmeye ve zenginleştirmeye çalışmak mı? Yetersiz ve eksik diye dilimizi kendi kaderine bırakırsak, Türkçe bir bilim ve kültür dili olarak nasıl ve ne zaman gelişecektir?
İşte hiç düşünülmeyen ve gelecek açısından büyük tehlike oluşturan sorun burada. Eğer dil duyarlığı ve dil bilinci bakımından sorumsuzluk böyle sürerse, Türkçe 14. yüzyıldaki durumuna düşecektir. O zamanlar ve Selçuklular döneminde aydınlar arasında bilim dili Arapça, kültür ve sanat dili Farsça idi. Türkçe sadece halk arasında konuşuluyor ve halk edebiyatı sanatçıları tarafından kullanılıp yaşatılıyordu. Ve dilimizin bu acı serüveni, yaşam savaşı, Tanzimat dönemine, özellikle 20. yüzyıl başlarındaki Millî Edebiyat Akımına kadar sürdü. Şimdi ise tehlike daha çok batı dillerinden gelmektedir.

Büyük ihmale uğramış olan Türkçenin durumuna çok üzülen 14. yüzyıl divan şairi Âşık Paşa günümüz diliyle şöyle dert yanıyordu:
Türk diline kimse bakmaz idi
Türklere hiç gönül akmaz idi
Beş yüzyıl sonra aynı sıkıntı ve sorunları yaşamak zorunda mıyız? Bunları yeniden yaşamamak için gerekli özeni göstermek, bilinçli davranmak zorundayız. “Tarih tekerrürden ibarettir.” sözü akla geliyor ama aslında bu söz yanlıştır. Tarih kendisinden ders almasını bilmeyenler için tekerrürden ibarettir.
1933 reformunu yaşayan İstanbul Üniversitesine gelen yabancı bilim adamlarından 3 yıl içinde Türkçe öğrenmeleri ve bu sürenin sonunda derslerini Türkçe vermeleri istenmişti. Amaç ne? Amaç, Türkçenin bilim dili olarak kullanılması ve geliştirilmesidir. Çünkü cumhuriyeti kuranlar, dilin bir ulusun kimliği ve o ulusu yarınlara taşıyan en önemli öge olduğunu çok iyi biliyorlardı. Düşünülmesi gereken bir soru şudur: Sanki Türkçe 1933’te bilim diliydi de şimdi mi yetersiz duruma düştü?
5. Türkçe Öğretimindeki Yetersizlik
Okullarımızda, hemen her meslekte ve üniversitelerimizde Türkçe yetersizlikleri ile ne yazık ki sık sık karşılaşıyoruz.
Dil eğitiminin temel amacı, kişilerin düşünme ve iletişim becerilerinin geliştirilmesidir. Dille iletişimin bir yönünü anlatma, öteki yönünü anlama oluşturur. Bu nedenle bütün ülkelerin eğitim sistemlerinde, dil eğitimine, özellikle ve öncelikle ana dili eğitimine büyük önem verilir. Yetişmekte olanlara dilin çok iyi bir şekilde öğretilmesi için çalışılır. Çünkü dil, kültürün temel ögesidir ve insanları birbirine yaklaştıran en güçlü araçtır.
Dil eğitiminde asıl hedef; dört temel beceri olan dinleme, konuşma, okuma, yazma becerilerinin hedef kitleye kazandırılması ve geliştirilmesidir. Ana dili dersi bir bilgi kazandırma değil, beceri kazandırma dersidir.
6. Sözcük ve Terim Üretimindeki Yetersizlik
Bir dilin gelişip zenginleşmesi, çağın gelişmelerine ayak uydurabilmesi için sözcük ve terim üretimi de çok önem taşımaktadır.
Almanya, Fransa, Macaristan gibi ülkeler dillerini yabancı dillerin istilasından kurtarabilmek için dil gümrüğü adını verebileceğimiz bir uygulama başlatmışlardır. Bu uygulamaya göre, yeni bir buluş yapıldığı ya da yeni bir alet icat edildiği zaman, herhangi bir gecikmeye fırsat vermeden bu kavrama uygun yeni bir sözcük türetilmektedir. Böylece yabancı sözcükler dile girip yerleşmeden karşılıklar bulunmakta ve dilin yozlaşması önlenebilmektedir. Türkçede ise yabancı sözcükler dilimize iyice yerleştikten sonra karşılıklar bulunmaya çalışılmaktadır. Ülkemizin gümrük birliğine girmesinden sonra bu konu çok daha önem kazanmıştır.
Türk Dil Kurumu ile Çağdaş Türk Dili dergisinin son yıllarda başlattığı yabancı sözcüklere karşılık bulma çalışmaları çok olumlu çabalardır. Bu konuda bazı yanlışlar yapılsa, tartışma götürür öneriler olsa bile bu tür iyi niyetli adımlardan geri dönülmemeli.
 Ayrıca bu konuda yazılı ve sözlü basın-yayın organlarının desteği sağlanmalı. Aksi takdirde yabancı sözcükler Türkçeye hızla dolmaya devam edecek, dilimiz gelişip zenginleşemeyecek ve yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulamayacaktır.
Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşamasını, gelişip zenginleşmesini istiyorsak, üretelim, türetelim, yaratalım ve Türkçe karşılıklar bulmaya çalışalım. Bunun herhangi bir ideolojiyle, sağcılıkla-solculukla, ilericilikle-gericilikle, tutuculukla, dindarlıkla-dinsizlikle bir ilgisi yoktur.
7. Öğretmen Faktörü
Türkçe eğitiminde yer alan öğelerin etkili olabilmesi için okul binaları, donatım, program, araç-gereç önemli olmakla birlikte, bunları kullanıp programı uygulayacak olan öğretmenin bilgi ve becerisi hepsinden daha önemlidir. “Bir okul, ancak, orada çalışan öğretmenler kadar iyidir.” denilebilir. Görülüyor ki her derste olduğu gibi ilköğretimden üniversiteye kadar dil eğitiminde de en büyük görev öğretmene düşüyor. Özellikle ilk ve orta öğretimde. Aslında dil kusurlarına yalnızca Türkçe öğretmenlerinin ve öğretim elemanlarının değil, ders veren herkesin dikkat etmesi gerekir. Bu nedenle, öğretmenlerin hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimleri büyük önem taşımaktadır. Hele Türkçe öğretmenlerinin hem kendilerini çok iyi yetiştirip eksik yanlarını gidermeleri, hem de öğrencileri iyi eğitmek için yorulup usanmadan çaba göstermeleri şarttır. Bu konuda öğretmen yetiştiren kurumlara da büyük görevler düşüyor.
Bu noktada karşımıza, çözümü gerekli önemli bir sorun çıkıyor: nitelikli öğretmen sorunu. Unutmayalım ki nitelikli ve başarılı öğretmen yetiştirmek için, her şeyden önce nitelikli adaylar gerekir.
Üniversiteye giriş sınavında düşük puan alan adayların, öğretmen olmayı hiç aklından bile geçirmemiş adayların nitelikli öğretmen olmaları beklenemez. O hâlde yapılması gereken şey, öğretmenlik için geniş tabandan nitelikli adaylar seçme yoluna gitmek, bu adayları hizmet öncesinde çağdaş değerler doğrultusunda yetiştirmek, bütün dallardaki öğretmen adaylarına dil bilinci ve Türkçe sevgisi kazandırmaktır. Bu yapılırsa, yalnızca Türkçe eğitimi ve öğretimi için değil, öteki dersler için de nitelikli ve başarılı öğretmenler yetişecek, mesleğin ve Türkçenin saygınlığı daha da artacaktır. Bu konuda 1959’da kurulan Yüksek Öğretmen Okulu modeli ve 1970 öncesi eğitim enstitüleri göz önüne alınabilir.
Şu nokta herkes tarafından çok iyi bilinmelidir ki öğretmenlik, her üniversite mezununun yapabileceği bir meslek değildir.
Öğretmen adayının ve öğretmenin her şeyden önce genel kültür, özel alan bilgisi, öğretmenlik meslek bilgisi bakımından çok iyi yetişmiş olması gerekir. Bunun yanı sıra mesleğe uygun kişilik özellikleri, meslek sevgisi, öğrenci sevgisi, mesleğe karşı ilgi ve yetenekler, meslekî yeterlikler, düzgün konuşma, Türkçeyi doğru ve düzgün kullanma gibi temel ölçütler de gereklidir öğretmenlik için. 
SONUÇ
Sonuç olarak, Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşaması, varlığını sürdürebilmesi için ana dili konusunda bireysel ve toplumsal duyarlık kaçınılmazdır. Bu konuda tek tek bireyler ve toplum olarak dil bilinci taşımak, bilinçli çabalar içinde olmak zorundayız.
Dilimize karşı her türlü özensizliği ve yanlış kullanımları alışkanlık hâline getirmekten kaçınmak, yabancı dil hayranlığı ile yabancı sözcük tutkusundan kurtulmak, yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde eğitimi kesinlikle birbirine karıştırmamak, Türkçenin bilim dili olmadığı görüşüne karşı çıkmak, Türkçe öğretimindeki yetersizlikleri görüp gerekli önlemleri almak, dil gümrüğü uygulamasına girişmek, sözcük ve terim üretimine hız vermek, nitelikli ve yeter sayıda öğretmen yetiştirmek, Türkçemizin varlığını sürdürebilmesi için büyük önem taşımaktadır.
ÖNERİLER
Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşaması, gelişip zenginleşmesi için şunlar önerilebilir:
1. “Önce Türkçe!” sloganı kafalara ve gönüllere yerleştirilmeli, herkesi güzel Türkçe öğrenmeye ve kullanmaya özendirmeliyiz.
2. “Önce Türkçe!” konusunda bireysel ve toplumsal duyarlık, dil duygusu ve ana dili bilinci oluşturulmalıdır. Bu konuda herkese görev düşer. Asıl sorumluluk ise, örgün ve yaygın eğitim kurumlarına; yazılı, sözlü ve görüntülü kitle iletişim araçlarına, sanatçılara, yazarlara, aydın kesime düşmektedir.
3. Özellikle aydın kesim, yabancı hayranlığı ile yabancı sözcük düşkünlüğünden kurtarılmalıdır.
4. Yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde öğretimin çok farklı şeyler olduğu kafalara iyice yerleştirilmelidir. Okullarımızda hâlen yürütülmekte olan yabancı dil öğretiminin çok verimsiz olduğu göz önüne alınarak, verimli ve etkili yabancı dil öğretimi için gerekli önlemler hiç zaman geçirmeden alınmalı, yabancı dilde öğretime ise son verilmelidir.
5. Verimli bir yabancı dil öğretimi için, yüksek öğretim kurumlarında ilk yıl küçük gruplar hâlinde ve nitelikli okutmanlarla etkili bir “yabancı dil hazırlık sınıfı” uygulaması, daha sonraki yıllarda “meslekî yabancı dil” dersleri önemli bir çözüm yoludur. Ankara Üniversitesinin TÖMER kanalıyla yürütmekte olduğu hazırlık snıfı uygulaması esas alınabilir.
6. Bütün öğretim kademelerinde Türkçe eğitiminin yeterince etkili, verimli yapılabilmesi için gerekli duyarlık ve özen gösterilmelidir. Bu önemli konu, gelip geçici olan bakan ya da hükûmet politikası olarak değil, sıkı ve değişmez bir devlet politikası olarak görülmelidir. İşin özü, etkili ve bilinçli ana dili eğitiminde yatmaktadır. Şunu hiç unutmayalım ki iyi bir yabancı dil öğretimi için de iyi bir ana dili eğitimi ön koşuldur.
7. Çok kolay olmamakla birlikte dil gümrüğü uygulamasına bir an önce geçilmeli, baskın dile/dillere karşı koyabilmek için sözcük ve terim üretimine yeterince önem verilmeli, çeşitli dallardan uzmanları da devreye sokarak bu konuda yoğun çalışmalar yapılmalıdır.

8. Dil alanında en etkili kesimlerin başında eğitimciler, öğretmenler geldiğini göz önünde tutarak, öncelikle Türkçe ve edebiyat öğretmenleri olmak üzere, bütün öğretmenlerin ana dili duyarlığı ve bilinci ile yetiştirilmelerine büyük önem verilmelidir.
9. 1930’lardan 1980’lere kadar yürürlükte olan 5237 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun 21. maddesi, çeşitli işyerlerinin kapılarına asılacak levha ve tabelaların Türkçe olmasını şart koşuyordu. Bu yasanın uygulamadan kaldırılmış olması ve değişen şartlar durumu tersine çevirmiştir. Adı geçen yasaya yeniden işlerlik kazandırılması uygun olur.
10. Türkçenin yozlaşmaktan korunması ve kurtarılması için genel ve yasal bir düzenleme amacıyla hazırlanan “Türk Dilinin Kullanılmasına İlişkin Kanun” tasarısı, dil-anlatım ve konuya yaklaşım bakımından gerekli düzeltme ve düzenlemeler de yapılarak bir an önce yasalaşmalıdır.
11. Bir ülkenin kültürü ve dili tek başına ele alınamaz. Dil ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel ve teknolojik yapısı ve özellikleri ile iç içedir ve onlardan ayrı düşünülemez. Eğer bir malı veya aracı kendimiz üretmiyor da dışarıdan alıyorsak, sadece onu değil, onun adını ve onunla ilgili terimleri de almak zorundayız demektir. O hâlde, ekonomi ve teknoloji başta olmak üzere her alanda üretmeden tüketmek çılgınlığına karşı çıkmak da ulusal bir görev ve sorumluluktur. Çünkü üretimi bir yana bırakarak sadece tüketim toplumu olmakla hiçbir yere varılamaz. Bu şekilde olup da tarihten silinen toplum ve ülke sayısı az değildir.
Görüldüğü gibi en çarpıcı ve can alıcı noktalardan biri, dili bir bütünün parçası olarak görmek, önce o bütünü geliştirmektir.

TEK ÇÖZÜM TÜRK BİRLİĞİ


TÜRK BİRLİĞİ

Ey Tanrı Dağları’nda doğup  bu acunda at koşturan şanlı akıncı, yüreklerinde ozanların kopuz çaldığı Dede Korkut ruhlu bilge, bir günde devlet yıkıp bir gecede hanlık kuran yiğit çeri, bengü taşlar yazdıran Bilge Kağan'ın torunu, gök mavisi bayraklarla kurt başlı sancakları göklere çektiren alp kişi, korkaklara Çin Seddi'ni yaptıran Mete Han'ın ve onların sarayını kırk kişiyle basan Kürşad'ın soyundan gelen yüce TÜRK, sözüm sanadır.



Doğu Türkistan'ı, Kırım'ı, Kerkük'ü, Filistin'i, Irak'ı, Afganistan’ın kurtaracak tek çözüm Türk Birliği’dir. Türk Birliği yalnızca Müslümanların değil, Musevilerin, Hıristiyanların, Budistlerin, ateistlerin ve her düşünceden tüm insanların güvencesi olacaktır. Türk Birliği kurulduğunda Museviler de, Hıristiyanlar da, Müslümanlar da ve tüm insanlar da çok rahat edecektir.
Türk Birliği’ni oluşturmadıkları sürece bu ve benzeri acıların devam edeceği açıktır. Bu acıların, bu katliamların, bu sıkıntıların, bu çilelerin hiçbiri yeni değildir. Müslümanlar, neredeyse yüzyıldır baskı altında acımasızca ezilmektedir.

-Türk Birliği’nin oluşmasında boşa geçen her gün bir kayıptır, bir zarardır.

- Hiç gecikme olmaksızın Türk Birliği hemen oluşturulmalıdır.

- Bütün Türk milleti bu güzel birliği destekliyor ve onaylıyor.

- Bütün Türk devletleri, İslam ülkeleri bu birliği bir zaruret olarak görüyor.
Sevinçle ve samimiyetle destekliyor.

- Amerika’nın, Rusya’nın, Çin’in, Avrupa’nın, bütün dünyanın hem maddi, hem manevi olarak lehine, hayrına olan bu birlik, bütün dünyaya barış, kardeşlik, sevgi ve ferahlık getirecektir.

-Türk Birliği, dünyadaki terörü, karmaşayı, huzursuzluğu, küresel krizi derhal durduracak yegâne çözümdür.
Türk Birliği bir Güç Birliğidir.
Türk Birliği bir sevgi birliğidir.
Muhabbet birliğidir,
 Gönül birliğidir.
 Bu birliğin temeli, sevgi, fedakârlık, yardımseverlik, merhamet, hoşgörü, anlayış ve uzlaşıdır. Ayrıca insana, saygı, sanatta, bilimde ve teknolojide en yüksek noktaya ulaşmak birliğin hedefidir. Birliğin kurulmasıyla, sadece Türk toplumları ve Müslümanlar değil, tüm dünya aydınlığa kavuşacaktır.

Son dönemlerde yaşanan gelişmeler, Türk Dünyası tarafından büyük bir şevk ve heyecanla beklenen Türk Birliği’nin kurulmasının çok yakın olduğunu göstermektedir.
Türk Birliği Küresel Ekonomik Krizi Durduracak Yegâne Çözümdür

Türk Birliği ticareti canlandıracak, ekonomiyi güçlendirecektir. Ekonomide, siyasi alanda ve kültürel sahada TÜRK Devletlerarasında gerçekleştirilecek bir bütünlük, geri kalmış olanların hızla ilerlemesine, gerekli imkâna ve altyapıya sahip olanların da bunları en verimli şekilde kullanabilmelerine olanak tanıyacaktır. Ekonomik büyüme, bilim ve teknolojiye yapılacak yatırımları arttıracaktır. Ekonominin gelişimi ile birlikte eğitim seviyesinde de doğal bir yükselme olacak, toplum çok yönlü gelişecektir.

Türk Birliği, Oluşturulacak TÜRK ortak pazarı sayesinde, bir ülkede üretilen ürünler, gümrük, kota gibi sınırsal engellere takılmadan bir diğer ülkede kolaylıkla pazarlanabilecektir. Ticaret alanı genişleyecek, tüm TÜRK ülkelerin pazar payı artacak, ihracat gelişecek TÜRK ülkelerdeki sanayileşme
Sürecini hızlandıracak, ekonomide sağlanacak kalkınma ile teknolojide de gelişme yaşanacaktır.
Türk Birliği Dünyaya Barış Getirecektir

Türk Birliği öncelikle TÜRK ülkeler arasındaki anlaşmazlıkları çözüp TÜRK dünyasına sulh getirecek, öte yandan dünya genelinde çatışma ve savaşı kışkırtan her türlü hareketin karşısında yer alacak, savaşı körükleyen her türlü girişime karşı engelleyici bir güç olacaktır.
Türk Birliği, Terörü bitirecek, bunu sağlayacak kesin çözümdür. TÜRK Dünyasındaki bütün çilelerin, bütün kargaşanın bitmesi de Türk Birliği ile mümkündür. Türk devletleri potansiyel yönden çok zengin bir coğrafyadır. Türk Birliği bölgeye büyük bir zenginlik, bereket, Barış ve kalite getirecektir. Türk Birliğinin oluşmasına destek veren kişi ve kuruluşları Tarih sizi elbet alkışlayacak!
Ve alkışların en çok duyulduğu gün.

TÜRK BİRLİĞİ HAREKETİ

TÜRK BİRLİĞİ HAREKETİ NEDİR, AMAÇLARI NELERDİR
NİÇİN BÖYLE BİR OLUŞUMA GERKSİNİMİ DUYULMUŞTUR.

ABD 1789 yılında 13 ingiliz sömürge eyaletinin birleşmesi ile amerika birleşik devletleri olarak ortaya çıkmıştır

ARAP birliği ise 1945 yılında yedi arap ülkesinin birleşmesi ile başlamış 2002 ye kadar 23 ülkesi olmuş ve 2002 de 30 ülkenin daha katılması ile 53 ülkeli bir birlik olmuştur

AVRUPA birliği 14 maden işçisinin maden ocağında bu fikri ortaya atması ve örgütleşmesi ile başlamış ve ilk olarak altı kurucu üye devletin birleşmesi ile başlamış bu gün hemen hemen müzakereler sonrasında katılacak ülkelerle birlikte tüm avrupayı kapsayacak konuma gelmektedir 5 mayıs 2004 itibarı ile Avrupa birliği 25 ülke olmuştur müzakere masasındaki ülkeler 25 ülkeye dahil değildir büyümesini sürdürmektedir……

PEKİ ya türkiye ve türk devletleri küresel güç oluşumları karşısında ne yapmaktadır hala yerinde saymakta ve küresel güçlere karşı boyun eğebilir bir hale gelmişlerdir.

eğer abdde 13 sömürge ingiliz eyaleti birleşebiliyor bir küresel güç olabiliyorsa avrupa birliği daha düne kadar bir biri ile savaşıyor ırkı kültürü dili mezhepleri farklı devletler olarak birleşebiliyorsa.

Biz ırkımız bir. dilimiz bir. dinimiz bir. kültürümüz bir olan kardeş olan devletler niye birleşmiyelim niye bizde bir küresel güç olmayalım söz açıldımı 2500 yıllık geçmişi olan bir devletiz diyoruz. 3 kıtada kılıç salladık diyoruz 3 kıtayı hükmettik diyoruz.

Peki Osmanlı nasıl kurulmuştu küçük küçük beylikler halinde yaşayarak bir yere varamayacağını anlayan. büyümek için Osman beyin diğer beyliklere birleşerek ne yapabiliriz birleşmezsek ne oluruz düşüncesini diğer beyliklere anlatması ve diğer beyliklerin birleşmesi ile koskoca Osmanlı imparatorluğu ortaya çıkmamışmı idi üç kıtayı bu fikirden yola çıkarak hükmedip yönetmedimi

635 yıllık bir imparator devamlı büyüyerek ayakta kalmamışmıydı üç kıtaya hükmettiği devletlerde adaletli davranarak yaşamını sürdürmemişmiydi peki ab abde arap birliğimi vardı o zamanlar ogün onlar yokken biz bunu başarmış isek bu günde böyle çekirdek bir oluşum niye olmasın.olmaması için bir sebepmi var. Kaldıki AB ve ABD ye bakınca biz her şeyimiz ile zaten bir bütün değilmiyiz.

Ama bu gün gerek ABD gerekse AB nin kapısında talimat bekler ortak iş yapmak için sıra bekler bir hale geldik.AB göz önünde ırak operasyonları göz önünde

Evet ya karşımızdakilerin günden güne büyümesini seyrederek onların yanında günden güne daha küçük daha güçsüz bir hale geleceğiz. Yada bizde yarım asıra yakın ab kapısında beklemeyi bırakıp büyük ve güçlü olabilmek için bir birlik kuracağız.

Kiminle kurabiliriz kimlerle kurabiliriz Arap dünyası kendi birliğini kurmuş Türkiyeyi içine kabul etmemiş zaten anlaşabileceğimizi beraber yaşayabileceğimizide sanmıyorum.

Batımızda AB var malum yarım asıra yakın bir zamandır bekletiyor imtiyazlı ortaklık diyor yani benimle benim gibi yaşayamazsın diyor. kaldıki zaten bir hristiyan birliğidir bende onlarla beraber yaşayabileceğimize inanmıyorum çünkü kültürümüz dinimiz dilimiz farklıdır.

Rusya ile düne kadar düşmandık onunla birleşmiş olsak yine rusyanın yanında güçsüz bir ortak olarak kalacağız ve çözümde olmayacaktır.zaten rusyada Şanghay birliği olarak birliklerini kurmuşlardır. Çin Hindistan Rusya olarak

Abd ile zaten müttefikiz ve ABD nin ne kadar Türkiyeye yakın ve dost olduğunuda. Bize ne kadar uzakta olduğunuda görüyoruz. ortada geriye olmaması için gerçekleşmemesi için hiç bir neden olmayan tek seçenek Türk birleşik devletleri kalıyor.zaten en sağlam birlik olarak ve beraber yaşaması için en sorunsuz olacak devamlılığı olabilecek. olmaması için hiçbir neden olmayan türk birliği seçeneği kalmıyormu.

Edirneden çin seddine kadar uzanan bir coğrafya olan Türk cumhuriyetleri ile birleşmek bizlere kalıyor bizde bu birliğimizi ya kuracağız yada küresel güçlerin oyuncağı olacak bölünecek parçalanacak yok olacağız.Yada bir sömürge devletine doğru yavaş yavaş gideceğiz.

Türk cumhuriyetleri değilsede Türk yurtları hala Rusyanın kontrolü altındadır bir çoğuda Rusyanın esareti altında özerk yarı özerk ve azınlık statüsünde Rusyanın içinde Rus vatandaşı gibi yaşamaktadır.

Düşündük biz bir devlet kurumu veya devlet değiliz türk devletlerini ne yaparda birleştirebiliriz biz resmi bir kurum değiliz. olamayız vede olmamalıyız ama ne yapmalı nasıl yapmalı bu birleşimi sağlamalıyız nasıl bir birlik oluşturabiliriz.

Birleşim için neler yapmalıyız nereye kadar ve nasıl bu işe faydalı olabiliriz katkı sağlayabiliriz nasıl bu amaca ulaşabiliriz aynı zamanda biz bunları düşünüyoruz ama diğer 6 türk cumhuriyeti böyle bir birliğe katılırlarmı onlarda düşünüyorlarmı buda kafamızda bir soru işareti idi

Onlarlada ,Türkiyede Türk cumhuriyetlerinden üniversitelere gelenler tatile gelenler iş için gelenlerlede bir anket yapıldı baktıkki onlar bu işin olmamasına kızgın ve kırgın.

Bu birliği bizden çok daha fazla istiyorlar ve bu güne kadar bizim siyasetçilerimiz böyle bir şey yapmadığı için abi ülke gördükleri Türkiyeye küskün ve kızgınlar ve Türkiyenin bu konuda onlardan uzak durduğunu sahiplenmediğini ve birleşme için bir ağabey olarak üstüne düşeni yapmadığını düşünüyorlar.

Düşündük halkların istek ve arzusu karşısında hiç bir güç duramaz zaten bunun örnekleride çoktu.Dedikki doğru yoldayız ve başladık. Başladığımız bu çalışmanın ilk önce ne olduğunu çok iyi biliyoruz ne yapmak istediğimizide neler yapacağımızıda nelerle karşılaşacağımızıda dünya dengelerini nasıl değiştireceğimizide Türk dünyası üzerinde oynanan tüm oyunları bozacağımızıda kimlerin hedefi olacağımızıda nelerle karşılaşacağımızıda bizler biliyoruz.

Geleceğimizi kurtarmamız için Türk devletlerinin birleşmesinin ne kadar çok gerekli olduğunu ancak bu birlik sayesinde güçlü olacağımızı her türlü gücü ve özgürlüğüde Türk devletlerinin birleşmesi ile koruyabileceğimizide biliyoruz.

Fakat bu oluşum olurkende bazı konuştuğumuz insanlar diyorki siyasi bir yanı varmı. Hayır bu oluşum hiçbir siyasi görüşe. Hiçbir partiye. Hiçbir dini görüşe bağlı değildir. Zaten biz hiç kimsenin dini görüşüne siyasi görüşüne karışmıyoruz. Böyle bir düşüncemizde yoktur. İnançlar cenabı Allahla kulu arasındadır bizim programımızdada düşüncemizdede bu yoktur. Devletler birleşince bu konular tartışılabilr. Zaten o zamana kadar biz amacımıza ulaşmış olacağız.

Bizlerin hiçbir ülkenin siyasetine yönetim şekline idari yapısına dini yapısına ve sınırlarına kaldırıp tek devlet olmasına yönelik bir düşüncemizde yoktur. Zaten böyle bir şey olmasıda uygun değildir. Tek noktadan bu kadar büyük bir coğrafyanında yönetilemeyeceği alenen ortadadır.Buda bizim düşüncemiz ve yapmak istediklerimizin içinde yoktur.

.Türk birliği hareketi hiçbir siyasi dini gruba bağlı değil dir türk birliği çatısı altındada böyle şeylerin tartışılmasıda bize fayda getirmez zarar verir ilerlememizdede zafiyet yaratır.
Fakat bu oluşum ulusal ve milli bir davadır Türk dünyasının geleceğini etkileyecek bir davadır. Tek taraflı düşünce ilede ortaya çıkmamıştır onun için siyasi dini görüşü ne olursa olsun her kes bu oluşuma katılabilir katılmalıdır çünkü bu dava sadece bir kesim insanı ilgilendiren bir davada değildir.

Türkiyede ve diğer 6 Türk cumhuyetinde yaşayan tüm insanların geleceği için başlatılmış bir halk hareketidir. Bu düşünce içinde hareket etmek zorundayız bu işin solculuğu sosyal demokratlığı ülkücülüğü alperenliği Kürtlüğü ermeni ve yahudiliğide olmaz zaten ırkçılıkla hiçbir bağlamıda yoktur bu işin başarılmasını isteyen benim ülkemde ve diğer türk devletlerinde yaşayan her kes bu amaçlar doğrultusunda bizlere katılabilir.


Bu sadece ekonomik kültürel dil ticaret bağlamında olacak üstte bütün ülkeleri kapsayan birleşik bir parlamento olacak ortak merkez bankası ortak para ortak ordu ortak sanayileşme ortak paylaşım için rahat dolaşım için yani Avrupabirliği modelinde bir üst parlamento ile devletler varlıklarını koruyacak. Fakat dış siyaset politika ortak olacaktır.Dış ülkelerle ilgili her şey üst parlamentonun görevi olacaktır. Bu düşünceler bizim birleşmeyi sağlayıncaya kadarki görevimiz içindeki düşünce ve uygulamalardır.

Bu yol zor tehlikeli belki bizler için çok zorlayıcı ama o kadarda büyük ve Türk devletleri ve Türk milleti için kutlu bir yoldur ben ilkokuldan beri her kes gibi andımızı okuyorum en sonundada diyorumki varlığım Türk varlığına armağan olsun evet dedelerim atalarım hep savaşlarda şehit olmadımı çanakkalede sakaryada bile bile ölüme gitmedilermi ölümü bu vatan bu millet için olmazsa olmaz olarak görmedilermi.

İnançları uğruna esaret altında yaşamaktansa ölmeyi yeğlemedilermi vatan için milleti için dini için ölenler şehittir demedilermi ülkemizi birileri işgal etmeye kalksa orduları ile saldırsa savaşmayacakmıyız.

Bizler bu yola baş koyarken bu yolda ölmeyi şehadet saydık ben çocukluğumdan beri söylediğimiz andımıza sadığım sözümde dururum duracağım. Varlığım yine Türk varlığına armağan olsun ne mutlu Türküm diyene ne mutlu bu kutlu yolda bizimle birlikte olan kardeşlerime saygılarımla

TÜRK BİRLİĞİ

TÜRK BİRLİĞİ

BOZKURT ATATÜRK diyor ki;
Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir.
Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İste o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür... Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını beklememeliyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli?